Kadın, toplumun birçok alanında ikincil bir statü sahibi, ezilen, üstü açık veya kapalı bir şekilde baskı gören, bir aile düzeni içinde çalışıyor da olsa eve gelince yemek yapmak zorunda olan ve bu gibi yaptırımlar yüzünden erkekle ve ataerkil toplumla mücadele edendir.
Gerek modern gerekse post modern toplumlarda ve tarihin tüm evrelerinde kadın eksik, yetersiz, bağımlı olan, bakılması gereken, eksik etektir. Alınıp-verilen, terbiye edilen, yapması gerekenleri yapmadığında cezalandırılabilen olmuştur.
Kadın bugünkü bütün haklarına sahip olmak için tıpkı 8 Mart trajedisinde olduğu gibi mücadele etmek, savaşmak ve ölmek zorunda kalmıştır.
Bizim gibi ne geleneksel ne de modern olabilmiş toplumlarda kadının yeri yine erkeğe bırakılmıştır. Erkeğin izin verdiği kadardır kadının özgürlüğü. Kültürel olarak arada kalmış toplumlarda erkek kadına özgürlük tanırken ailesini, diğer erkekleri ve toplumu karşısına alır. Çünkü erkeğin bu tavrı sisteme karşı gelmekte ve erk olanları tehdit etmektedir.
Dayatılanlara rağmen eşit yaşama bilinciyle hareket etmeye çalışan erkek büyük baskı altındadır. Hem dışarıdan gelen baskı hem de öğretilmiş ve kanıksanmış geleneksel normların yarattığı iç baskı ile erkek, kadına karşı bu yaklaşımı sürdürmekte zorluk çeker. Çünkü erkek bilinç düzeyinde eşit olmak isterken zihninde ve duygularında kodlanmış olan erklik, üstünlük, tümgüçlülük fantezileri ile çatışma yaşar. Bu durum çoğunlukla eğitim seviyesinin yüksek olduğu çiftlerde görünür. Çünkü tıpkı toplum gibi evliliklerimizde geleneksellik ve modernizm arasına sıkışmıştır. İç çatışması artan erkeğin kadına karşı erk ve üstünlük gösterisi ise şiddet ile olmaktadır.
Kadının eşi tarafından yöneltilen şiddet davranışıyla karşı karşıya kaldığı her dönem ve toplumda bilinmesine rağmen buna aile içinde çözülmesi daha uygun, kişisel bir sorun olarak bakılmıştır. Fakat şiddetin her türlüsü kişisel değil toplumsal olarak ele alınmalı ve çözümleri de toplumsal ele alınmalıdır. Çünkü şiddet fıtri değil öğrenilen bir davranıştır. Şiddete maruz kalan , uygun koşullar oluştuğunda şiddet gösteren olma eğilimindedir.
Savaşın olmadığı zamanlar dünyanın barış içinde yaşadığını düşünüyorsak yanılıyoruz. Eğer kadınlarımız ve çocuk yaşındaki genç kızlarımız evlerde, sokaklarda, okullarda ve işyerlerinde sık sık şiddetin her türlüsüne maruz kalıyorsa bu savaşın devam etmesidir ve durdurulması gerekmektedir. Tarihteki bulgular kadınlara yönelik şiddet içerikli davranışların her bir ırk, kültür, din, ulus ve ideolojilerdeki erkekler tarafından yapıldığını ve kadınların insan olarak değil sadece bir nesne, bir ödül ve savaşın bir hatırası olarak her türlü şiddete maruz kaldıklarını göstermektedir. Özellikle erkeğin kadından üstün görüldüğü ve kadın ve erkek rollerinin katı çizgilerle birbirinden ayrıldığı toplumlarda kadınların daha çok istismara maruz kaldıklarına tanık oluruz. Tüm bunlar sadece geçmişi çok uzuna dayanan trajedilere örnek teşkil etmezler; ne acı ki şimdilerde yaşanan ve hatta gelecekte yaşanacak olan trajedilere de örnek teşkil ederler. Diğer bir deyişle, şiddet babadan oğula geçer, mağduriyet de anneden kıza ve şiddet nesilden nesile taşınır.
Fiziksel olarak güçlü olan erkeğin kontrol etmek, cezalandırmak, korkutmak, güç gösterisinde bulunmak ve baskı kurmak amaçlarıyla fiziksel anlamda güçsüz olan kadına karşı şiddete başvurduğu görülmektedir. Kadınların aile içinde yaşadığı şiddetin çeşitleri özetle şu başlıklar altında toplanabilir: 1. Yetersiz fiziksel ve duygusal ilgi demek olan ihmal,
2. Anlayış, sevgi ve sempati görememe demek olan duygusal-psikolojik şiddet,
3. Tehdit, aşağılama, küçümseme, sindirme, bezdirme vb.den oluşan sözel şiddet,
4. İtip kakma, tokatlama, yaralama, dövme, yakma vb.den meydana gelen fiziksel şiddet,
5. Fiziksel şiddetin bir üst boyutu olan ensest, tecavüz ve fahişeliğe zorlanma gibi çeşitleri bulunan cinsel şiddet. Ne yazık ki erkek tarafından kadına yönelik şiddet sadece fiziksel şiddetle kalmayıp, diğer şiddet türleriyle de beraber uygulandığından, bu durum “birbirini besleyen ve üreten mekanizmalardan oluşan bir şiddet çemberi oluşturmaktadır”.
Aile içi şiddetin önlenebilmesi meselesine daha soyut bir yaklaşımda bulunulacak olunursa, toplumda yaygın olan ve şiddeti beslediğine inanılan inanç ve değer yargıları sorgulanmalı, çözüme ulaşabilmek için kültürel yapıda değişiklikler yapılması hedeflenmelidir. Bu amaç doğrultusunda kadın erkek ayrımının normalize edilmiş olması, kadının kişiliğinin yok sayılıp bir obje olarak görülmesi, erkeğin kadına uyguladığı şiddetin toplum tarafından tepki görmemesi ya da kadının şiddete boyun eğmesini destekleyen toplumsal normlar sorgulanmalı, toplumsal yapıda şiddetin kınanması yönünde gerekli değişiklikler yapılması için harekete geçilmelidir.
Tüm bunları düşündüğümüzde, kadın, erkek, şiddet gibi kavramların sorunlu hale gelmesi, çatışmanın bireysel değil toplumsal olduğunu ve temelde aile ilişkilerinin etkili olduğunu gösterir. Çözümünü de yine toplumsal ve aile ilişkileri üzerinde aramalıyız.
8 Mart Emekçi Kadınlar Günümüz Kutlu Olsun
No responses yet